26 Ağustos 2017 Cumartesi

Ne güzeldin sen Londra!

Uzun bir aradan sonra tembelliğimi bir kenara bırakıp bloga devam etme isteği uyandıran şey, Londra'yı özlemiş olmamdır :)
2016 Mayıs ayında ziyaret etme fırsatı bulduğum bu muhteşem şehri, nedense hiç merak etmeyerek 'bi göreyim bakalım' diyerek ziyaret etmiştim. İyi ki gitmişim ve umarım tekrar giderim!
Öncelikle Londra'ya gitmeden önce kısmıyla başlayalım. Londra'ya uçak biletini herzamanki gibi  skyscanner sitesinden aldım. Pegasus ve THY'nin uçuşları var. Pegasus Stansted havaalanını kullanırken, THY Gatwick ve Heathrow havalimanlarını kullanıyor. Stansted'e ulaşım konusunda emin olamadığım için ben biletimi THY'den Gatwick iniş, Heathrow dönüş şeklinde aldım. Nispeten uygun bir fiyata buldum bu şekilde.
Gatwick'ten Gatwick Express standından merkeze biletimi alıp kolaylıkla ulaştım. Heathrow'a ise metroyla kolaylıkla ulaşım sağlayabilirsiniz. Sürekli 'kolaylıkla' kelimesini kullanmamın nedeni, heryerde okuduğum ve Londra deneyimimde açıkça gördüğüm gibi Londra'da ulaşım çok kolay! Çünkü ulaşım ağı inanılmaz gelişmiş.
Evet sıra vizede. Birçok kişiden İngiltere vizesinin çok zor alındığını duymuştum. Bu yüzden oldukça stresliydim. Ancak en zahmetsiz vize serüvenim bu oldu diyebilirim. Seyahat sigortası, uçak  rez. gibi belgeler istenmiyor örneğin.
Vize için https://www.gov.uk/apply-uk-visa adresini incelemeniz gerekiyor. Ardından https://uk.tlscontact.com/ adresinden randevu almanız gerekiyor. Burası Mecidiyeköy'de Profilo AVM içinde yer alıyor. Ben AVM içinden girmeden , sağ taraftan inerek zar zor bulmuştum ofisi. En iyisi Profilo AVM içinden ulaşım, heryerde yönlendirmeyi görebilirsiniz avm içinde.
-İçeriye alınıp dışarı çıkmam 3 ya da 5 dk sürdü. (abartmıyorum)
-Fotoğraf çektirmiş olmama rağmen ,teslim alınmadı ve orda parmak iziniz alınırken fotoğrafınız çekiliyor. Yani ayrıca fotoğraf götürmenize gerek yok.
-Başvuru formunu eksiksiz ve doğru bilgiyle doldurmanız önemli .Uzun gibi görünse de max yarım saatte bitirebilirsiniz.
-Min. 6 ay vize veriliyor . 2 yıl, 5 yıl ya da 10 yıl olarak da başvurabilirsiniz ama ücretler de ona göre arttığı için ilk seferde 6 ay için başvurmak daha mantıklı. Ben öyle yapmıştım.
 SMS ile bilgilendirilip vizenizi aldınız, şimdi Londra'ya uçabiliriz.
Uçakta inmeden hemen önce hostesler kart dağıtmıştı.Kartta Londra'da konaklayacağınız adres, şehirde kalış süreniz vs gibi bilgiler yer alıyor. Bunları doldurmanız gerekiyor çünkü pasaport kontrolü sırasında görevliye teslim etmeniz gerekiyor. Bu kartları ister uçakta ,isterseniz pasaport kontrolündeyken ,havaalanında da alabilirsiniz. Ama vakit kaybetmemek için (pasaport kuyruğunda bekleyeceğiniz için) uçakta doldurmak mantıklı.
Oldukça fazla pasaport kontrol görevlisi var. Sıra uzun görünse de herşey oldukça yönlendirici, sizi bankolara yönlendiren bir görevli var, bankolarda parmak iziniz tekrar alınıyor. Benim bankodaki görevli Cem Yılmaz'ın taklidini yaptığı gibi bir Hintliydi. Adamı görünce istemsizce güldüm:)
Gatwick'ten Gatwick Express ile Victoria Station'a gittim. Ordan otel yürüme mesafesindeydi. Otele girince resepsiyon görevlisi oldukça nazik bir şekilde valizimi odama taşıdı. Tahmin ettiğim üzere odam oldukça küçüktü. Neyse ki herşey vardı odada. Masa, emanet kasası, saç kurutma makinası vs. Saç kurutma makinesi odada yer alıyor, banyoda değil. Bununla ilgili güvenlik gerekçesiyle bir yasak olduğunu duydum.
Kaldığım Otel 'The Melita'nın sokağı

Otele yerleşip dışarı çıktım. London offline map uygulamasını indirmiştim telefonuma. Benim için kurtarıcı oldu. Çünkü kaldığım 4 gün boyunca onunla, internete gerek olmadan gezdim.
Müzelerde , bazı meydanlarda ücretsiz wifi vardı ancak yine de offline map yönümü bulmamda çok çok yardımcı oldu. Bu arada köşe başlarında 'you are here' diye işaretlenmiş haritalar da mevcut.:)
Yürürken il durağım Big Ben oldu. Westminister Sarayı'nın hemen yanında yer alıyor. Dünyanın ikinci en büyük dört yüzlü saatiymiş.
Big Ben

Westminister Köprüsü'nden karşıya geçmeden London Eye görüntüsü muhteşemdi. 135 metreyle Avrupa'nın en yüksek dönme dolabına binerek şehri yarım saatlik bir seyre dalabilirsiniz. Ben binmedim ancak bol bol fotoğraf çektim. Fotoğraflar için tam karşısı güzel bir konum:)
London Eye

Şehri yürüyerek keşfetmek muhteşem. Thames nehrinin karşısına geçip ilerledim ve tüm ünlü yapıları görme fırsatım oldu.



Sheakespeare's Globe

Meşhur Sheakespeare's Globe'un tarihi dokuyu bozmamış görüntüsü oldukça hoştu. Eğer burada bir tiyatro izlemek isterseniz ki izleyin, biletini çok önceden internetten almanızı öneririm. Ciddi fiyat farkının yanı sıra gittiğinizde kapıdan bilet almak isterseniz yer bulamayabilirsiniz. 

Londra sokaklarında kendinizi kaybedip muhteşem sokak sanatlarına tanıklık edebilirsiniz. Buradaki sokak müziği şimdiye kadar gördüğüm en kaliteli sokak müziğiydi. 

Eğer benim gibi müze gezmekten zevk alıyorsanız-ki bir kenti tanımanın oldukça iyi yollarından biri- size güzel bi haberim var: Londra'da gezip görmek isteyebileceğiniz en popüler müzeler (British Museum, Tate Modern, Natural History Museum, National Gallery) ücretsiz! Bunu okuyunca gitme planınız yoksa da planlayın bence:) Çünkü oldukça güzel eserler göreceksiniz. Saatlerce sıra beklemek gibi bir durum da yok. Tate Modern çok görmek istediğim bir müzeydi ancak ben gittiğimde özel bir sergi yoktu ve açıkçası beni tatmin etmedi. Ancak zaman zaman burada farklı sanatçıların eserleri gösteriliyor, onlardan birine denk gelebilirsiniz. Natural History Museum ise en etkilendiğim müze oldu. Müze girişinde kocaman bir mavi balina iskeleti karşıladı beni. Kendimi bir filmin içinde hissettim:) Müze devasa büyüklükte ve sergilenen figürlere göre renklerle ayrılmış. Broşür yardımıyla gezebilirsiniz. Aynı zamanda burada müzede sergilenen mavi balina iskeletinin  proje yöneticisi ve mimarı bir sunum gerçekleştirdi. Videolarla eserin yaratılışını anlattılar. Sunum sonunda soruları cevapladılar. Bu yüzden belki de en etkilendiğim müze kesnlikle burası oldu. Çünkü sergilenen eserleri destekleyici bir etkinlikti.



Buckingham Sarayı
Yemek konusunda bizim gibi bir mutfakları olmadığı için birçok farklı kültüre ait dünya mutfaklarından kendinize göre bir alternatif bulabilirsiniz. Pret a Manger her köşede karşınıza çıkan bir sandviççi. Buradan bir seçim yapabilirsiniz. Bir de söylemeden edemicem Ben's Cookies hayatımda yediğim en lezzetli kurabiyeleri yapıyo. Mutlaka deneyin!

Sevgiler







                                         









2 Mart 2017 Perşembe

Breslau (Wrocław) Gezisi

Berlin'e gitmişken yakın şehirleri ziyaret etmek güzel bir alternatif olabilir. Çünkü Berlin doğuda yer aldığı için buradan Polonya, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelere ulaşım oldukça kolay. Şehir değiştirme kolaylığında ülke değiştiriyorsunuz:) Ben de Berlin seyahatimde ismini oldukça duyduğum Breslau'ya gitmeye karar verdim. Ulaşım için Flixbus'u tercih ettim. İnternetten bileti aldım. Oldukça uygun bir fiyata 4-4.5 saat sonra şehre vardım. Otobüs içinde wifi da vardı bilginiz olsun. Polonya sınırına vardığınızda yol oldukça bozuk, ülke değiştirdiğinizi size hissettiriyor:)

Konaklama olarak oldukça merkezi bir konuma sahip olan bir hostel seçtik: The One Hostel. Burası Pazar Meydanı(Rynek)'nda yer alıyor. Hostelin karşısında St. Elisabeth's Church yer alıyor. Ancak söylememde fayda var. Fazla merkezi olması ve odamın tam meydana bakması, gece uykusu için pek iyi olmadı:) Pazar Meydanı her daim canlı, çeşitli sokak sanatçılarının oldukça farklı eserlerini görebileceğiniz, müzisyenler,ressamlara hayran kalacağınız ,gece geç saatlere kadar müzik sesinin susmadığı bir meydan. Birçok cafe ve Aleksander Fredro Anıtı  da meydanda yer alıyor.
Aleksander Fredro Anıtı 

Şehir yürüyerek gezilebilecek kadar küçük. Hostelden çıkarak tüm şehri yürüyerek gezdim. Binalarda tarihi yapı korunmuş, oldukça güzel ve taş sokaklarda yürümenin keyfini çıkarabilirsiniz.



Şehirde çok fazla tarihi yapı var. Oldukça fazla müze, kilise, anıt. Ben 1 günlüğüne gittiğim için çok fazla tarihi eser gezemedim ne yazık ki.



Wroclaw University Museum'da her katta farklı tarihi eserler görmek mümkün. Her katı gezdikçe görevliler biletinize bir tik atıyor . Burada bilim,tarih vs gibi alanlarda birçok belge, fotoğraf, araç-gereç görebilirsiniz. Üst katlara çıkmak yorucu olsa da sizi harika bir manzara bekliyor, görmeden inmeyin:)











Şehirle ilgili çok fazla okuduğum meşhur cüceler oldukça şirindi:) Bulunduğunuz bölgede ne varsa cüceler de onu temsil ediyor.  Hepsinin bir anlamı var yani. Bu cücelerin şehri koruduğuna dair bi efsane var internette araştırdığım kadarıyla. Ama aynı zamanda cücelerin , bunları yapan sanatçılar tarafından eleştiri anlamıyla yapıldığı da söylenmekte. Doğrusu nedir bilemiyorum:)



Yemek için ise üniversiteye yakın yerleri tavsiye ederim. Oldukça uygun fiyata büyük porsiyonların tadını çıkarabilirsiniz:) 

9 Ocak 2017 Pazartesi

Berlin Günlüğü 3

Berlin'de Türk bölgesi olarak Kreuzberg'i sıkça duyarız. Oldukça yoğun bir Türk nüfusu var bu bölgede. Öyle ki sokaklarında gezerken kendimi hiç başka bi ülkedeymişim gibi hissetmedim. Özellikle dükkanlara ve tabelalara baktığımda  gülümsememe sebep oldu:)


Buraya gelmişken ünlü bir burgercide yemek yedik. Adı 'The Bird in Xberg'. Rezervasyonsuz zor yer bulunacağı söylenmişti bu yüzden rezervasyon yaptırarak gittik ancak mekan pek de dolu değildi. Bu yüzden pencere kenarında güzel bi masa kapabildik. Menü gayet geniş. Her türlü burger çeşidi ve fazlası var. Elbette vejetaryenler için de özel menüler var. Bana burger biraz ağır geldi. Biraz fazla yağlıydı benim için.
Bu arada menüdeki not biraz şaşırtıcıydı:)



Yemekten konu açılmışken yine aynı civarda Grimmstraße 'de yer alan bir pizza dükkanı:Il Casolare. Vejetaryen pizza denedim ve nefisti. Öncesinde bruschetta söylemeyi unutmayın;)

Sonrasında Landwehrkanal kenarında yürüyüş yapmak iyi bir fikir olabilir:)



Checkpoint Charlie :
Burası Doğu-Batı Berlin arasında geçiş sırasında kullanılan kontrol noktasıymış. Devlet adamları, büyükelçiler, askerler vs kullanıyormuş. Şu an temsili olarak askerler beklemekte ve hatıra fotoğrafı çektirebilirsiniz. Ayrıca birkaç euro vererek pasaportunuza DDR vize damgası da alabilirsiniz:) 

Jüdisches Museum (Yahudi Müzesi):
Alman Yahudilerine adanmış olan bu müzenin tasarımı Daniel Libeskind tarafından yapılmış. Oldukça ilginç ve modern bir mimarisi var. Müzeye ilk girdiğimde ziyaret ettiğim ilk yer karanlık bir oda oldu. Üçgen, dar , upuzun ve kapkaranlık bir oda. Sadece en tepede ufak bir açıklık var gökyüzünü görebileceğiniz. O ufak açıklık Yahudilerin yaşama umudunu temsil ediyormuş. Çok etkileyici, bir o kadar da üzücü.  'Çığlık atan yüzler' de son derece etkileyici ve bir o kadar da rahatsız ediciydi. Müzenin kalan tarafı ise geleneksel , günlük yaşama dair sergilerdi. En etkileyici kısım sadece soykırımla ilgili anılar, mektuplar vs. idi bence.



Humana Second Hand:
Berlin'de dikkatimi çeken bir diğer şey de ikinci el giyim dükkanları. Burada her mevsime ait ve her tarz kıyafetler, ayakkabılar satılıyor. Üstelik oldukça uygun fiyatlara. Bir dükkanda kilosu 11 euroya satılıyordu örneğin. Giysinin kilo ile satılması oldukça ilginç:)
En sık rastladığım Humana isimli dükkandı. İşleyişi ise şöyle: Kıyafetlerin satışından elde edilen gelir, dükkan kirası ve çalışanların maaşları ödendikten sonra sosyal yardım kuruluşlarına aktarılıyor. Oldukça güzel bir uygulama. İkinci el kıyafet asla almam diyordum ama şu an oldukça sıcak bakıyorum. Kullanmadığımız o kadar kuyafet var ki, bu şekilde değerlendirilmesi çok güzel olurdu. Umarım ülkemizde de bu tür uygulamaları görebiliriz. Şu an muhtarlıklara bağışlamak gibi bir uygulama var ancak ne kadar kıyafet bağışlanıyor pek emin değilim. Berlin'de kıyafetlerinizi bu şekilde değerlendirebilmeniz için sokaklarda çöp kutusuna benzer konteynerlar var. Buraya atılan kıyafetler seçilip temizlenerek dükkanlarda satışa sunuluyor. Bu arada satılan eşyaların defosuz olduğunu söylemeliyim.




6 Ocak 2017 Cuma

Film Tavsiyesi - Fusi

2015 yapımı Fusi isimli film dilimize Bakir Dev olarak çevrilmiş. Böyle bakınca komedi tarzında bir Hollywood filmi gibi geliyor kulağa. Ancak film İzlanda yapımı bir dram filmi. 
İzlandalı ünlü yönetmen Dagur Kari ismini çok duymuştum. Bu film , yönetmenin izlediğim ilk filmi oldu. 
Filmin konusuna gelince; kahramanımız 40lı yaşlarında, annesiyle yaşayan, tekdüze bir işi olan ve oldukça sıkıcı gibi görünen bir hayata sahip olan Fusi. Fusi ş dışında vaktini hep evde geçiriyor. Annesi onu bir dans kursuna yazdırarak sosyalleşmesini sağlamaya çalışıyor. Dans kursunda tanıştığı bir kadınla beraber hayatı Fusi'nin gözünden daha net görmeye başlıyoruz. Ve ne kadar iyi kalpli bir insan olduğunu hayretle izliyoruz. 
O kadar saf ve temiz bir hikaye anlatıyor ki, film biter bitmez Fusi'yle tanışmak istedim:) Ve açıkçası çok duygulandım. Gözlerimi dolduran ve içime işleyen bir film oldu. Şimdi ise Dagur Kari'nin diğer filmlerini izlemek için sabırsızlanıyorum. 
Son zamanlarda izlediğim en etkileyici film bu oldu.Tavsiye olunur.
Görsel alıntıdır.


Berlin Günlüğü-2

Pergamon (Bergama) Müzesi:
Müzeler Adası'nda yer alan yapılardan ilk dikkatimi çeken buydu. En çok duyduğum ve 'koca yapıları Türkiye'den nasıl kaçırmışlar' diye anlatılan hikayedeki müze burası:)
Müzedeki 3 bölüm şu şekilde:Klasik Antik Çağ Koleksiyonu, Antik Yakın Doğu Müzesi ve İslam Sanatı Müzesi). Bergama ve Didim gibi bölgelerden getirilen eserler Klasik Antik Çağ Koleksiyonu içinde yer alıyor. 
Sergilenen eserlerden başlıcaları: Zeus Sunağı, İştar Kapısı, Athena Tapınağı, Athena Heykeli, çini ve halı örnekleri.
Müzenin içine girdiğinizde tapınakların büyüklüğü o kadar etkileyici ki müzede değil de o çağlardaymışsınız hissine kapılıyorsunuz. Ve evet o devasa boyuttaki eserlerin oraya nasıl getirildiğini merak etmeden duramıyorsunuz:)
Giriş ücretli, ancak bazı ulaşım (turist) kartlarına indirim var ve sıra beklemeden içeri girebiliyorsunuz. Benim kartım vardı ancak farklı bir çeşit kartmış. Bu yüzden ulaşım kartı alırken bunu sormanızda fayda var.

Berlin Duvarı (Berliner Mauer):
Ünlü 'Utanç Duvarı'. Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya'ya kaçmalarını önlemek için 1961 yılında yapımına başlanmış olan duvar 46 km uzunluğunda.
Kaçmaya çalışanların sınır nöbetçileri tarafından vurulduğu birçok hikaye duyabilirsiniz.
Duvar, 1990 yılında yıkılmıştır.
Kalan kalıntıların üzerinde meşhur çizimler yer almakta. Burada bol bol fotoğraf çekmek isteyeceksiniz:) 

Brandenburg Kapısı (Brandenburger Tor):
Berlin'in en ünlü sembollerinden biri olan bu yapı 18 yy sonlarında inşa edilmiş. Kapının en üstünde yer alan dört atlı heykel -Quadriga- , Alman heykeltraş Schadow tarafından yapılmıştır. Reichstag yakınında bulunuyor. Ve Unter der Linden yolunda güzel bir yürüyüşle görmeye değer. Ayrıca gece ışıklandırmayla birlikte yapı ayrı bir güzelliğe sahip oluyor.

Holokost Anıtı:
Burası hayatlarını kaybetmiş Yahudilere adanmış bir anıt mezar. Farklı boyutta 2711 tane beton bloktan oluşuyor. Blokların arasında dolaşırken garip hissediyorsunuz. Fotoğraf çekebilir, blokların arasında dolaşabilirsiniz. 


Tiergarten Parkı:
Tiergarten Hayvanat Bahçesi anlamına geliyormuş. Bu semt parkıyla ünlü. Ve ben o parkı wallpaper olarak yıllarca kullanıp 'buraya gitmeliyim' diye içimden geçiriyordum:)
O kadar büyük ki heryerini dolaşmak imkansız. Harika bi yürüyüş için ideal. Mutlaka gidilmesi gereken bi yer.




Tempelhof:
Burası bir havaalanı. Ancak 2008 yılında kullanıma kapatılmış. Şu an insanlar burayı paten yapmak, bisitklet sürmek, piknik yapmak için kullanıyor. Oldukça büyük olduğu için tüm bu aktiviteler için ideal.






4 Ocak 2017 Çarşamba

Berlin Günlüğü

Berlin'e geçtiğimiz yaz ve 2013 yazı olmak üzere iki kez gittim. Şehir oldukça tarihi olduğu için anlatmak da o kadar uzun sürüyor:) Bu nedenle birkaç yazı halinde anlatmak ancak yeterli olacak.
Son gidişimde oldukça heyecanlıydım  çünkü ilk gittiğimde şehrin büyüsüne aşık olmuştum. Seyahatlerimde beklentiye girmeden, o şehrin bana verdiği şeylerle değerlendirmek en doğrusu geliyor. Çünkü ben 'tatil' amaçlı gezmiyorum tam olarak 'gezmek' için gidiyorum. En çok da günlük yaşamın içinde olup , tanımak için.
Son gidişimde Berlin'in güneyinde yer alan Friedenau tarafında kaldım. Burası oldukça sakin ve nezih bir yer. Sokakları elbette tertemiz ve geniş , yemyeşil parklar, eski ve ihtişamlı binalarla bezenmiş. Aşağıdaki fotoğraf bence her şeyi anlatıyor:)



Berlin oldukça tarihi bir şehir. İlk gelişimde Berlin Duvarı, Jewish Museum, Berlin Katedrali vs gibi yapıları görmüş olduğum için önceliğim şehir hayatının günlük yaşantısına katılmak oldu. (Son birkaç gün ise tarihi öneme sahip yerleri yeniden görmek için kısa bir şehir turu yaptım elbette)


Britzer Garten:

İlk ziyaretim muhteşem ötesi bir güzelliğe sahip Britzer Garten'e oldu. Konum itibariyle güneyde, biraz uzak sayılabilecek bir yerde. Ancak kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Kısaca burayı tarif etmem gerekirse:Cennet! 90 hektarlık , yemyeşil, ağaçlar ve rengarenk çiçeklerle bezenmiş, hayvanların unutulmadığı, restaurant, cafelerin olduğu , göl kenarında eşsiz manzarayla müzik dinleyebileceğiniz, konsere gidebileceğiniz bi yer hayal edin...Oraya gittiğimde saatlerce çıkamadım. Çıkmak da istemedim. Uzun bir yürüyüşle tadını çıkarmaya çalıştım. Bu arada Britzer Garten  Berlin'in en büyük 10 parkından biriymiş. Bu devasa parkı düşününce bundan 9 tane daha olduğunu hayal edemiyorum. Gerçekten çok dinlendirici ve muhteşem bir güzellikte. Farklı bir yer arayışında olanlar için listenin başına eklenmeli. (Girişte tam hatırlamasam da 2 euro civarı bir giriş ücreti var)
Britzer Garten

Charlottenburg Sarayı (Schloss Charlottenburg):

Burası Berlin'in en büyük sarayı olmasıyla önem taşıyor. Tahmin edileceği üzere 2.Dünya Savaşı sırasında tahrip edilmiş ancak restore edilerek bugünkü haline getirilmiş. Bu arada ben gittiğimde restorasyon çalışmaları vardı. Bu nedenle ihtişamlı bir fotoğraf çekme şansım olmadı. Ancak öyle güzel bir bahçesi vardı ki (evet bahçelere doğaya aşığım:)) içeri girmek istemedim. Bahçesinde dolaşıp fotoğraf çekmeyi tercih ettim. (Sarayı gezmek isteyenler için 12 euro gibi bir giriş ücreti vardı)
Ulaşım için ise: U7 nolu U-Bahn'ı kullanabilirsiniz. Kısa bir yürüyüşle saraya ulaşabilirsiniz. Otobüsle ise: M45 nolu otobüs hemen karşısındaki duraktan geçiyor. Ben U-Bahnla gidip, dönüşte otobüsü tercih ettim. 



Kurfürstendamm:


Charlottenburg Sarayı sonrası biraz dolaşmak ve yemek yemek için oldukça merkezi olan Kurfürstendamm'a gittim. Burası mağazalar ve cafelerle ünlü bir meydan. Oldukça fazla alternatif bulmak mümkün. 

Buraya ait diğer detay ise Gedächtnis Kirche (Kaiser Wilhelm Anıt Kilisesi)
 , Europa-Center ve Berlin Zoolojik Bahçesi'nin de burada bulunuyor olması. Dolayısıyla sadece dinlenmek için değil gezmek için de ideal bi yer. Burası capcanlı bir cadde olduğu için dolu dolu vakit geçirebileceğiniz bir yer.


Gedächtnis Kirche

Alexanderplatz:

Berlin'in merkezine gelmiş bulunuyoruz:) Spree nehri, Berlin Katedrali gibi yerleri görmek istiyorsanız buraya uğrayacaksınız demektir. Berlin'in olmazsa olmazı bu meydan. Şehrin her yerinden görülen Berliner Fernsehturm (Televizyon Kulesi) de yine bu meydanda yer alır. Bu kule aynı zamanda Almanya'daki en uzun yapı olma özelliğini taşıyormuş. 


En ünlü meydan burası olduğuna göre yiyecek-içecek alternatifleri, mağazalar vs gibi birçok alternatif olduğunu söylemem gereksiz sanırım:)

Buradan Karl Marx Allee caddesi boyunca yürüyerek Spree nehri ve Berlin Katedrali görülebilir.  Yol üzerinde Karl Marx büstünün yer alıyor olması da bonus olacaktır:)
Spree Nehri





Berlin Katedrali (Berliner Dom):
Müzeler Adası'na gelmiş bulunuyorsunuz. Berlin denilince en çok akla gelen yapılardan biri bu yapıdır. Oldukça ihtişamlı ve dışarıdan bakıldığında 2.Dünya Savaşı'nda tahrip edildiğinin izleri görülebiliyor.  Protestan kilisesi olan bu katedral, restorasyon çalışmaları sonrası ziyarete açılmıştır. Giriş ücretliydi, hızlı bir tur yapmak istemediğimden içeri girmedim ancak kubbeden Berlin manzarasının eşsiz olduğunu tahmin edebiliyorum.

Berlin Katedrali

Ziaja El ve Tırnak Kremi

Kış aylarının vazgeçilmezi nemlendirici kremler. Ben de yoğun ellerim için krem arayışına girdiğimde Watsons'da gördüğüm bu kreme bir şa...